
Gamze Taşcıer: “AKP İktidarı, Toplu Sözleşme Görüşmelerini Öne Alarak Sendikal Hakları Gasp Ediyor”
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın toplu iş sözleşme görüşmelerini 1 Ağustos’tan 28 Temmuz’a çekmesine ilişkin olarak, “AKP iktidarı, memurların sekizinci toplu sözleşme görüşmelerini Bakanlık kararıyla hukuksuz biçimde öne alarak sendikal hakları fiilen gasp ediyor. Çalışma hayatını düzenlemesi gereken Bakanlık, sorumlu olduğu yasaya uymuyorsa bu öncelikle keyfiliktir. Bakan’ın yurt dışı seyahati bahane edilerek süreç, tek taraflı bir şekilde öne çekilmiştir. Kanun hükmünü bir kenara atılmış, 4 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisinin hakkını ilgilendiren diyalog masanın Bakanlığın siyasi takvimine kurban edildiğini görüyoruz. Hukukun üstünlüğünün yerine şahsım devletinin keyfi takvimine göre başlatılan bir toplu sözleşme sürecinden kamu emekçisinin lehine bir sonuç çıkacağını beklemek mümkün değildir” dedi.
CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, bugün partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Taşcıer, şunları kaydetti:
“Türkiye, son yıllarda derinleşen bir yönetim kriziyle karşı karşıya. Cumhuriyet’in 100 yıllık kurumsal hafızasını yok eden; kurumları, kuralları, kurullarıyla işleyen devlet mekanizmasını felç eden; liyakati değil, itaati önceleyen AKP anlayışının halkın sorunlarını çözmek yerine daha derinleştirdiğini görüyoruz. Ekonomiden hukuka, eğitimden sağlığa, güvenlikten doğal kaynakların yönetimine kadar her alanda büyük bir çürümüşlük ve yozlaşma yaşanıyor. Bu çürümüşlüğün en somut yansıması, ekonomi ve sosyal hakların hızla geriletilmesidir. Çalışanların, emeklilerin ve sabit gelirli milyonların yaşam güvenceleri yok sayılmakta; halk, yoksulluğa ve çaresizliğe mahkûm edilmektedir.
“AKP iktidarı, toplu sözleşme görüşmelerini öne alarak sendikal hakları gasp ediyor”
AKP iktidarı, memurların sekizinci toplu sözleşme görüşmelerini Bakanlık kararıyla hukuksuz biçimde öne alarak sendikal hakları fiilen gasp ediyor. Aynı zamanda, Gayrimenkul Sertifikası Modeli ile barınma hakkını bir borsa ürününe çevirerek vatandaşları hayal tacirliğiyle oyalıyor. Toplu sözleşme sürecinde kamu emekçisinin sesini kısmaya çalışan bu anlayış, bir yandan küçük küçük birikimlerle ev sahibi olabileceği yalanını pazarlıyor. Bu örnekler, tek adam rejiminin hem emeğe hem barınma hakkına karşı ne denli pervasızlaştığının en somut göstergesidir.
“Çalışma hayatını düzenlemesi gereken Bakanlık, sorumlu olduğu yasaya uymuyorsa bu öncelikle keyfiliktir”
‘3Y’ yani; ‘Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz’ diyerek yola çıkan tek adam yönetimi; bugün ‘3K’ yani; keyfilik, kuralsızlık ve kayırmacılık rejimine dönüşmüştür. Bugün başlatılacağı ilan edilen memurların sekizinci dönem toplu sözleşme görüşmeleri de bunun en güncel örneğidir. Çalışma hayatını düzenlemesi gereken Bakanlık, sorumlu olduğu yasaya uymuyorsa bu öncelikle keyfiliktir. Zira kanunda bu görüşmelerin hangi tarihte yapılacağı açıkça yazılıdır. Ama görüyoruz ki Sayın Bakan’ın yurt dışı seyahati bahane edilerek süreç, tek taraflı bir şekilde öne çekilmiştir. Kanun hükmünü bir kenara atılmış, 4 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisinin hakkını ilgilendiren diyalog masanın Bakanlığın siyasi takvimine kurban edildiğini görüyoruz. Hukukun üstünlüğünün yerine şahsım devletinin keyfi takvimine göre başlatılan bir toplu sözleşme sürecinden kamu emekçisinin lehine bir sonuç çıkacağını beklemek mümkün değildir.
“Emekçilerin sesi daha toplanmadan bastırılmak istenmektedir”
Bu uygulama, açıkça Anayasa dışı bir fiili durum yaratmakta, emekçilerin sesi daha toplanmadan bastırılmak istenmektedir. Aileleriyle birlikte en az 18 milyonu yakından ilgilendiren bu süreç, Bakan Bey’in kişisel takvimine uyduruluyorsa kamu emekçisinin hakkını kime karşı, nasıl savunacağı sorusu ortadadır. Oysa 4688 sayılı kanunun 31’inci maddesi çok açıktır: ‘Toplu sözleşme görüşmelerine, ağustos ayının ilk günü başlanır.’ Yani yoruma kapalı, amir bir hükümdür. Bu hüküm Bakan’dan sendikalara, işverenden kamuya kadar herkesi bağlar. Bu hükme aykırı biçimde toplantı tarihi belirlemek doğrudan yasayı çiğnemektir.
“Bakanlık korsan bir süreç başlatmıştır”
Bakanlık kendi eliyle deyim yerindeyse korsan bir süreç başlatmıştır. İşte bu keyfilik, tek adam rejiminin en belirgin yüzü olan kuralsızlık anlayışıyla birebir örtüşmektedir. Çünkü tek adam rejimi kuralları değil, adı üstünde tek bir kişinin iradesini esas alıyor. Ve bu keyfilik, şahsım devletinin minik temsilcileri eliyle de her kurumda yeniden üretiliyor. Elbette bu tablonun bir de diğer ayağı var: O da yandaş sendikalar. Kamu emekçisinin hakkını savunması gereken bu yapılar, emekçinin karşısında iktidarın yanında saf tutmaktan asla geri adım atmıyorlar. Toplu sözleşme süreci işlevsizleştirilirken emekçiyi mağdur eden her düzenlemeye imza atan sarı sendikacılık, tek adam rejiminin kayırmacılık zincirinin aslan parçası oluvermekte. Sosyal medya üzerinden muhalefete kağıttan kaplan kesilenlerin göz göre göre imza atılan hukuksuzluklara seyirci ve sessiz kalması da elbette toplumun vicdanında mahkum edilecektir.
“Emek mücadelesi, demokrasi ve adalet mücadelesine dönüşmüştür”
Bugün memur da emekli de sabit gelirli de derin bir yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veriyor. Tek adam rejimi emeği maliyet unsuru olarak gören, alın terini değersizleştiren, enflasyonu yönetemediği için faturayı çalışanlara çıkaran bir anlayışla ülkeyi yönetiyor. Memur maaşıyla pazardan file doldurmak, kira ödemek, çocuk okutmak imkânsız hale gelmişken yandaşı kayıran ama bir taraftan da halkı yoksulluğa mahkûm eden bu sömürü düzeni devam ediyor. Emek mücadelesi artık ekonomik bir talep olmanın çok ötesine geçmiş, demokrasi ve adalet mücadelesine dönüşmüştür.
“Tek adam rejimi, Sülün Osman’ın dolandırıcılık yöntemlerine rahmet okutacak sistemi ilan etti”
Memurlar, emekliler, asgari ücretliler yaşamlarını sürdürebilmek adına iktidardan kira yardımı talep ederken ev almanın hayal olduğu Türkiye’de, tek adam rejimi Sülün Osman’ın dolandırıcılık yöntemlerine rahmet okutacak bir sistemi daha ilan etti. Halkın en temel ihtiyaçlarından biri olan güvenli ve erişilebilir konut, bugün AKP iktidarının rant odaklı projeleriyle bir yatırım aracına, bir borsa ürünü haline getirildi. AKP iktidarının yeni bir zihni sinir projesi olarak gündeme getirdiği ‘Gayrimenkul Sertifikası Modeli’ öncelikle kentsel dönüşümü değil, rantsal bölüşümü hedefleyen bir anlayışın da somut örneğidir. AKP iktidarı, Gayrimenkul Sertifikası Modeli ile milyonları yokluğa ve yoksulluğa mahkûm eden gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir. Halka yine hayal satmaya çalışmaktadır.
“Gayrimenkul Sertifika adedine ulaşmak için ödenmesi gereken aylık asgari tutar, asgari ücretin dört buçuk katı”
Detaylarını Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı Gayrimenkul Sertifikası Yatırım Modeli’nde her bir sertifikanın değeri 7 lira 59 kuruş olarak belirlendi. Buna göre de 62 metrekarelik 1 1 daire için toplam 631 bin 516; 88 metrekarelik 2 1 için de 863 bin sertifika gerekli. Bakanlık sitesinden edinilen bilgiye göre; İstanbul’daki 1 1 daire için yaklaşık 4,7 milyon; 2 1 daire için de 6 buçuk milyon değerinde sertifika biriktirilmesi gerekiyor. Türkiye’de bugün açlık sınırının 26 bin, yoksulluk sınırının 85 bin, en düşük emekli maaşının 50 bin 503 lira ve asgari ücretin 22 bin 104 lira olduğu bir ortamda; 1 1 daireler için dört yıl boyunca her ay 13 bin 157 sertifika, yani 99 bin 861 lira ödeme yapılması gerekiyor. Yine 2 1 daireler için de her ay 136 bin 506 lira ödenmesi gerekiyor. Bu durumda 1 1 daireler için Gayrimenkul Sertifika adedine ulaşmak için ödenmesi gereken aylık asgari tutar; en düşük emekli aylığının altı, asgari ücretin dört buçuk, en düşük memur maaşının iki katı. 2 1, 88 metrekare dairenin asgari aylık ödemesi ise emekli aylığının sekiz, asgari ücretin altı, en düşük memur maaşının ise üç katı. Aylık gelirinin tamamını, hiçbir harcama yapmadan biriktiren emekli, ayda 2 bin 224, asgari ücretli ise 2 bin 912 sertifika alabilir.
“Zorunlu ihtiyaçlar düşünüldüğünde bir emekli, 2 1 daireyi 129 yılda alabilir”
Tek adam rejiminin özellikle sabit gelirlilerin küçük küçük birikimlerle ev sahibi olabileceğini iddia edecek kadar yurttaşla bağı kopmuştur. Anlaşılan o ki bu projeyi geliştirilenlerin ya matematikten ya da halktan haberi yok. Bir emekli, hiç harcama yapmadan tüm geliriyle sertifika alsa ancak 24 yıl sonra 1 1 konut sahibi olabilir. Asgari ücretli 18, memur ise sekiz yıl sonra konut sahibi olabilir. Beslenme, barınma, ısınma, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlar için yapılan aylık ödemeleri de düşündüğümüzde, bir emekli 2 1 daireyi 129 yılda, memur ise 43 yılda ancak alabilir. Özetlemek gerekirse AKP ölümsüzlüğün sırrını bulmadıysa Türkiye’de sabit ücretlinin ev sahibi olması imkânsızdır. AKP iktidarı bu sistemde dar gelirlinin, asgari ücretlinin, emeklinin ev sahibi olamayacağını bilmiyor mu? Elbette biliyor. Bu sebeple sistemi cazip hale getirmek için yurttaşlara deyim yerindeyse olta atıyor.
“Bu model, dar gelirli vatandaşı yatırımcı; TOKİ ve Emlak Konutu da borsa simsarı haline getirmektedir”
Bakan Kurum’un açıklamasından aynen aktarıyorum: ‘Gayrimenkul Sertifikası, gayrimenkul projelerine küçük paylarla ortak olmanızı sağlayan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetimindeki bir yatırım aracıdır. Sertifikalar Borsa İstanbul'da işlem görür, hisse senedi gibi alınıp satılabilir.’ Yani ev sahibi olamayan yurttaşlara, borsa üzerinden evin payını al-sat yaparak para kazanma imkânı sunulacağını öngörüyor. Öte taraftan yine Bakan Kurum, ‘Diğer yatırım araçları yerine neden Gayrimenkul Sertifikası seçilmeli’ sorusuna da şu yanıtı vermiş: ‘Bu sistem yüksek peşinatlar ve banka kredileri olmadan küçük birikimlerle ev sahibi olma veya Borsa İstanbul’da işlem gören bir menkul kıymet yatırımı yapma fırsatı veriyor. Aynı zamanda konut satın almadan konut değeri kadar kazanç elde etme imkanı sunuyor’ diyor. Yani özeti: Bu model ev almak isteyen ama alamayan dar gelirli vatandaşı, yatırımcı; TOKİ ve Emlak Konutu da borsa simsarı haline getirmektedir. Tek adam rejimi ve onun küçük temsilcileri, yatırımcıya dönüştürdükleri dar gelirli vatandaşa kâğıt üzerinde esneklik ve borsada işlem gören bir varlık güveni veriyormuş gibi yapsa da gerçekte barınma hakkını menkulleştiren bir finansal enstrüman yaratılmaktadır.
“Sülün Osman görseydi, ‘Ben bile bu kadarını düşünemezdim’ derdi”
Gayrimenkul Sertifikaları, Borsa İstanbul’da işlem gören menkul kıymet kategorisinde olduğu için devletin bu ürünü talebin yüksekliği halinde yeni bir vergi kaynağı olarak görmesi de olasıdır. Özellikle ekonomik kriz ortamında, gelir artırıcı önlemler arayışında olan iktidarın bu sertifikalar üzerinden yeni bir vergi düzenlemesi getirme ihtimali de yüksektir. İktidarın her yeni finansal ürünü potansiyel vergi kaynağı olarak gördüğü geçmiş uygulamalardan biliniyor. Gayrimenkul Sertifikası, geniş bir tabana yayılacaksa bu alanda vergi potansiyeli yüksek bir ürün olarak değerlendirilebilir. İşte tam bu nedenle bu model barınma hakkını güvence altına almak yerine, vatandaşı vergi ve finansal riskin kıskacına sokan bir düzenek haline getirmektedir. Bu tablo, 1950’lerin meşhur dolandırıcısı Sülün Osman’ın kamu mallarını saf vatandaşlara satma oyununu bile geride bırakacak finansal kurnazlık barındırmakta mıdır, ilerleyen süreçte hep birlikte tecrübe edeceğiz. Ancak şurası kesin ki konut sorununu çözmeyip yoksul yurttaşı borsa oyuncusu yapmaya yeltenen bu üst aklı, Sülün Osman görmüş olsaydı ‘Ben bile bu kadarını düşünemezdim’ derdi.
“Sertifika biriktirerek ev sahibi olmak, sosyal devletin iflasının ilanıdır”
Ne yazık ki yurt dışından aradığı kaynağı bulamayan tek adam yönetimi, ev hayali üzerinden borsa simsarlığı yaparak vatandaşın cebinde kalan son kör kuruşa bile tenezzül edecek hale gelmiştir. Sonuç olarak bu ülkenin emekçisi, emeklisi, dar gelirli vatandaşı yıllardır insanca yaşamanın ve bir ev sahibi olmanın mücadelesini veriyor. Tek adam rejiminin Gayrimenkul Sertifikası adıyla sunduğu yeni model ise bu mücadeleyi çıkmaza sürüklüyor. Türkiye’deki barınma krizini, santim santim ev hayali satarak çözmek mümkün değildir. Sertifika biriktirerek ev sahibi olmak, sosyal devletin iflasının ilanıdır. Bu tablo açıkça iktidarın orta ve alt gelir gruplarını barınma hakkından kopardığını göstermektedir. TOKİ ve kamu kurumlarının görevi, konutu bir finansal ürüne dönüştürmekten ziyade herkes için erişilebilir, sosyal konut politikalarıyla barınma hakkını güvence altına almaktır.
“Halkın sırtına finansal kumar yüklemek yerine; herkes için erişilebilir konutu kamusal bir sorumluluk olarak sahipleniyoruz”
Biz, barınma hakkını piyasanın insafına terk edilmiş bir lüks olarak görmüyor, insanca yaşamanın ön koşulu ve temel bir insan hakkı kabul ediyoruz. Biz bu topraklarda her yurttaşın onurlu, güvenli, insanca yaşayabileceği bir yuvaya sahip olmasını; sosyal adaletin ve demokratik bir Türkiye’nin temel yapı taşı olarak görüyoruz. Bu sebeple tek adam rejiminin rant odaklı politikalarının karşısına kamucu, sosyal devletin omurgasını yeniden inşa eden bir anlayışı koyuyoruz. Halkın sırtına yeni bir finansal kumar yüklemek yerine; herkes için erişilebilir, nitelikli, güvenli konut üretimini kamusal bir sorumluluk olarak sahipleniyor ve savunuyoruz. Kimsenin endişesi olmasın, zor günlerin sonuna geldik. Adil, şeffaf ve sosyal devlet ilkelerine dayalı emek ve yaşam politikası için mücadeleyi büyüteceğiz. Omuz omuza duracak, umutla ve kararlılıkla yarının Türkiye’sini; emeğin, dayanışmanın ve sosyal adaletin Türkiye’sini hep birlikte kuracağız.”
Kaynak:
HABERE YORUM KAT
yorumlar onaylanmamaktadır.