CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, emekli olup çalışanların emekli maaşının kesileceği yönündeki haberlere ilişkin olarak, “İktidar milyonlarca insana, gözünün içine baka baka, ‘Aç kal, kimin umurunda’ diyor. Bir ülkede emekli maaşı açlık sınırının altında kalmışsa, kiralar bir maaş tutuyorsa, market raflarına bakmak, pazar tezgahlarının yanından geçmek artık lüks hale gelmişse, fatura, ilaç, ulaşım giderleri bir servet tutuyorsa çıkıp da ‘İkinci maaş alıyorlar demek’ vicdansızlıktır, ayıptır” dedi.
CHP Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer,“Hem çalışıp hem emekli maaşı alma dönemi sona eriyor” haberlerine ilişkin açıklama yaptı. Taşcıer, şunları söyledi:
“Hem çalışıp hem emekli maaşı alma uygulamasına son verildiği” yönünde çıkan haberler milyonlarca emeklinin geleceğini doğrudan ilgilendiren haklı bir kaygıya dönüşmüştür. Şurası bir gerçektir ki; açlık sınırının gerisinde bırakılan emekli aylıkları, gıda enflasyonu ve kira artışları karşısında erimiş; sosyal devletin koruyucu yapısı neredeyse tamamen yok olmuştur.
“Emekli Aylıkları Temel İhtiyaçları Karşılamaktan Uzaklaşmıştır”
Bugün bir emekli aldığı maaşla ne barınma ihtiyacını karşılayabilmekte, ne sağlıklı beslenebilmekte, ne de en temel ihtiyaçlarını sağlayabilmektedir. En düşük emekli aylığının 16.881 TL olduğu ülkemizde emeklilerin büyük çoğunluğu tercihten değil, zorunluluktan dolayı ikinci bir gelire ihtiyaç duymaktadır.
“Yaşlı Nüfus Çalışmaya Mecbur”
2025 yılı üçüncü çeyrek işgücü verilerine göre ülkemizde 60 yaş üstü toplam 2.651.000 kişi aktif biçimde istihdam yer almakta, emekli olmasına karşın iş yaşamında kalmaya devam eden bu kişilerin yüzde 31 yani 826 bini yarı zamanlı işlerde çalışmaktadır.
“Tartışılması Gereken İkinci Maaş Değil, Emekliyi Buna Mecbur Edenlerdir”
Bugün Türkiye’de milyonlarca emekli, kirasını karşılamak, mutfak alışverişini yapabilmek veya temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çalışmak zorunda kalıyorsa burada tartışılması gereken, çalışan emeklinin aldığı ya da alacağı ikinci maaş değil, onu çalışmaya mecbur bırakan ekonomik tablo, iktidarın tercih ettiği sosyal güvenlik mimarisi ve emeği değersizleştiren politik yönelimdir.
“Mevzuat ile Hayat Arasında Derin Bir Uçurum Var”
AKP iktidarı tarafından uygulanan sosyal güvenlik politikaları, emeklinin yaşam gerçekliğiyle örtüşmeyen bir tercihi dayatmaktadır. Bugün gündeme gelen sorunun bir günde ortaya çıkmadığı ortadadır. Emeklileri sefalete sürükleyen bu emek rejimi, Ekim 2008’de yürürlüğe konulan 5510 sayılı yasa ile adım adım inşa edilmiştir. Emekli aylığını düşürücü etki yaratan tüm teknik formüller bilinçli bir tercihle sosyal güvenlik sistemine yerleştirilmiştir. 5510 sayılı yasa ile emeklilere özgü “Sosyal Güvenlik Destek Primi ile çalışma” hakkı kaldırılmıştır. Böylece 2008 sonrası ilk kez sigortalı olanların, emeklilik sonrası tekrar çalışmaya başlaması halinde emekli aylıklarının kesilmesi hükme bağlanmıştır. Başka bir ifadeyle, milyonlarca yurttaş fiilen “Ya çalışacaksın ya da emekli aylığına razı olacaksın” ikilemine zorlanmaktadır.
Bu yaklaşım, sosyal devlet ilkesinin özüne aykırıdır. Yıllarca çalışan, üreten, prim ödeyen bir yurttaş emeklilik döneminde hâlâ çalışmak zorunda kalıyorsa sorun, emeklinin ikinci bir gelir elde etmesi değil; iktidarın uyguladığı ekonomik modelin emekliyi sistematik biçimde yoksullaştırmasıdır. Nitekim emekli aylığı bağlama oranlarının düşürülmesi, güncelleme katsayısının baskılanması ve alt sınır aylığının yıllardır düşük tutulması, bu yoksullaştırma sürecinin bilinçli tercih edildiğini göstermektedir.
“Emeklilerin İhtiyacı Dayatma Değil, Onurlu Bir Gelirdir”
Türkiye’nin ihtiyacı, emekliyi tercihler arasında sıkıştıran değil, onurlu bir yaşamı güvence altına alan bir sosyal politikadır. Gerçek çözüm; emeklinin maaşını kesmek değil, emekli aylıklarını insan onuruna yaraşır düzeye yükseltmek, aylık bağlama oranlarını güçlendirmek, prim–gün–katsayı sistemini adil bir yapıya kavuşturmaktır.
Emekliye, “Çalışırsan maaşını keserim” diyen anlayış yerine, “Sen bu ülkeye yıllarca emek verdin; artık huzurlu yaşama hakkın var” diyen bir devlet anlayışı gereklidir.
“Emeklinin Yükünü Hafifletecek Cesur Bir Yeni Sosyal Sözleşmeye İhtiyaç Var”
Bugün tartışılması gereken, emeklinin gelirine yöneltilen yaptırım değil, onu çalışmaya mecbur bırakan ekonomik düzenin kendisidir. Türkiye, üretimden koparılmış, gelir dağılımı bozulmuş bir ekonomi modelinin bedelini emeklisine ödetemez. Sosyal devlet, güvencesizliğe teslim edilmiş emekliyi değil; yaşamı güvenceye alınmış yurttaşı savunmalıdır.
Türkiye’nin ihtiyacı, emekliyi “çalışıp çalışmama” ikilemine sıkıştıran yüzeysel düzenlemeler yerine emeğin değerini merkeze alan, üretimin geleceğini yeniden kurgulayan bütünlüklü bir sosyal sözleşmedir. Çünkü bu ülkenin en büyük gücü, hâlâ alın terinden başka güvencesi olmayan milyonların iradesidir.
Karşımızdaki mesele, Türkiye’de emek üreten milyonların geleceğiyle ülkenin demokratik kapasitesi arasındaki bağın kopartılması meselesidir. Emekliyi yoksullaştıran her düzenleme, aslında toplumun siyasal katılım hakkını da yoksullaştırmaktadır. Çünkü geçinemeyen yurttaş konuşamaz, konuşamayan yurttaş sorgulayamaz, sorgulayamayan yurttaş da iktidarın istediği yurttaşa dönüştürülmektedir.
Önümüzde iktidarların keyfine göre değil toplumun ortak aklıyla belirlenmiş bir sosyal güvenlik mimarisini oluşturmaktan başka yol yoktur. Ancak bu şekilde emeklilerin hakları günübirlik düzenlemelerin, siyasi tercihlerle yapılan rötuşların gölgesinden kurtarılarak, anayasal eşitlik, ekonomik gerçeklik ve toplumsal adalet zemininde korunabilir.